Sohbet
Ben ve benim gibiler bu ülkede bazı ciddi konuları sohbet ile tartışırken hep olumsuz cephede gösterilmeye çalışılmakta ve bir kesim tarafından da ölümle tehdit edilmekte. üstelik bazıları bunu yaparken, sosyal demokrat kökenli aydınların entellektüelizm adına saygısızca ya da şizofreni, nostalji karışımı bir hayat görüşünü baz aldığımızda “kültürel akşama denmek daha da doğru olabilir” söyleyerek Kendilerince konuya bir açıklık getirdiklerini zannetmekteler. Bir ülkede demokrasinin ve buna bağlı anayasal haklarının kökten olmaması ayrı bir konudur, bunların var olduğu kabul edilen aynı ülkede demokrasinin ve özgürlüklerin yasalarda açıklandı ve söylendiği şekilde kullandırılmaması. Daha doğrusu, tatbik edilme imkânlarının kısıtlanması, bir başka deyişle hükümet kahramanı politikacı ve ekonomi otoriteleri tarafından özürlü hale getirilmesi bambaşka konulardır. Bizler yani ben ve benim gibi düşünenler bir noktada gerçekten bariz bir hata yapmaktayız. Bu hata devletçilik, serbest ekonomi ya da kapitalizm tartışmalarından meselelere mutlaka toplumsal sarmalları daha öne taşıyarak daha hümanist bir anlam kazandırmaya çalışmak gayreti ve olgusundan kaynaklanmaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse ben hala kendi ülkemizde ekonominin adını koyamadım. Bu benim akılsızlığından mı yoksa bu burjuvazisi ve emekçisi, hem de en zengini ve fakiri ile bu ülkede yapılan üretim tüketim ikilisinin yöntem ve anlama aykırı olduklarından mı kaynaklanmakta ama pek net değil. Ama bildiğim bazı gerçekler ışığında meseleye açıklık getirmeye çalıştığım da görünen o ki ne ilk ne de ikinci şık pek bir anlam taşımıyor. Devletin zaafından kurtulmuş olması gereken özel sektör ve onun elindeki kapital’in özel sermayenin nasıl kazanıldığına bakarsanız, devletten ki, devletçilik anlayışının en tipik özelliklere hâkim olan bir anlayış kabul etmekten geçmektedir, devletin kendi varoluş ilkelerine uygun olarak kabul edip, bu ekonomik olgulara döndürdüğü ihalelerden veya eylemlerden kazanıldığını görürsünüz. Yani bugün hangi holdinge bakarsanız bakın adını ne hikmetse yeşil sermayeden halleri, bunun dışında tutmak gerekecek devletin kendi eliyle adı veya yönetimi, ne olursa olsun, büyütme diye bir holdingin varlığından bahsedebilir misiniz? Batılı ülkelerde holdingleşmeler başlangıcı, tarih olarak çok gerilere dayanan ve tekelleşme, hiçbir şart altında imkân tanınmadan bu günlere gelen kuruluşlar olarak tanımlanmaktadırlar. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında ülkenin direkt olarak güvenliği ve ilgili üretimde bulunan 3 5 dünya devi şirket haricinde hiçbirinin devletten beslenerek holdingle iş için de söylemek mümkün değildir. Bizim ülkemizde devletçiliğe hayır diyen bir zihniyetin arkasında ekonomik, saklambaç oynayanlara bakarsanız, ana fikir ve ideolojik olarak devletçiliğe hayır ama zengin ve büyük olabilmenin, neredeyse ilk ve tek şart olan devletin imkânlarına da vasıtalı veya koşulsuz evet dediğini görmekteyiz. Hatta daha da önemlisi bu tür kapital edinmelerde de bu olgu, premium fact yani seçkin bir seçenek olarak mütalaa edilmektedir. Son çeyrek asırda liberalleşen serbestleşen kapitalistleşen karmaşıklaşan globalleşen ve daha bilmem neleşen ekonomimizde ne üretimine de tüketim tarzımızı adını bile koymamamız tabir, ekonomik meçhullüktür. Bir yanda tarım ekonomisinin sözde ilkelliğini tartışan bir zihniyet, diğer yanda devletin hazırladığı imkanlarla, nereden gelip nereye koştuğu belli olmayan büyük sermayenin hakim olduğu gücü tartışanlar var. Burada en önemli konu ise sonunda her ikisinde tartışmak mecburiyetinde kalarak ekonomide milliyetçiliğe önem veren ve bunu da daha insancıl sarmallarla taşıyanların, günümüz koşullarında, devletçilik çıkmazında sıkışıp kalmalarıdır. Ülkeyi ilgilendiren birçok konuda olduğu gibi burada da hiç seçeneksiz yaşamak ve yaşatılmak adına kötü bir seçenek Evet deme mecburiyeti doğmuş olması büyük talihsizliktir. Sizleri biraz olsun aydınlata bildiusek ne mutlu bizlere Yerli chat olarak durmayacağız sizlere bildiklerimizi vede düşündüklerimizi anlatmaya devam edeceyiz.