Kendi başımıza gelmeyen melanetlerin diğer insanların başına geldiğinde vicdanımızı sızlatacak boyutlara ulaşmasını beklemeden, bu melanetlerin ön koşullarının ortadan kaldırılması eyleminde birlikte olmanın tadına varabilecek mesafede durmalıyız birbirimize. Bunu yıllardan beri tarih ve coğrafik kitaplarında ezelli ebedi düşmanlarımız olarak tanımladığımız, Yunanistan ve Yunanlı kardeşlerimiz çok iyi örnekler bizler için. Evet, Türkiyem geçmiş olsun ve başın sağ olsun. 17 Aralık 1999 Pazartesi günü 03.03 de Türkiye son asrın en büyük felaketini yaşadı. 45 saniye gibi insan ömründe okyanusta karınca sidiği büyüklüğündeki bir zaman diliminde bir depremle insanın aklına fazla gelecek tarihi bir olguyu yaşamak mecburiyetinde kaldık milletçe. Çok şeyler gördünüz, çok şeyler yaşadınız, hep birlikte gördük, hep birlikte yaşadık. Bütün dünyanın şahadetinde ve gözleri önünde oldu her şey. Ve acılarımıza da tüm dünya katıldı dersek fazla abartılı olmayacaktır. Dukalıklar, beylikler, belediyeler, müteahhitler, bürokratlar, çeteler, rantçılar, üçkâğıtçılar, düzenbaz ve sahtekârlar, hırsızlar, soyguncular fırsatçılar bir resme geçit düzenlediler huzurunuzda. Cumhuriyetimizin Ankara denen bir belde-i maşuka nesi vardı ki tüm bu resmigeçit esnasında gerekli dekorasyonu hazırlamak için can siperine çalışmışlar ve 30000 şehit ve 40000 yaralının yaratılmasında oldukça etkin roller üstlenebilmişlerdir. Ne diyebilirim ki kendilerini kutlamaktan öte. Fay hatları, deprem şiddetleri, kırıklar, reikter ölçeği, göçükler, enkaz. Depremzede ve depremzadeler 25 gündür gündemimizde ilmi izahları ile yerlerini alırken, Cumhuriyetimizin mesullerinden bazıları yapılan yardımların milliyetine göre ayırdılar ve bazıları da ne yapalım takdiri ilahi diyerek bu önemli olguya tanımlar ve devlete yakışır izahlar getirdiler. Bu vesilelerle Cumhuriyetimizin içinde başka cumhuriyetler dahi olduğunu öğrendik. Bunlardan bir tanesi Kızılay denen cumhuriyetti ki onun da bir cumhur babası vardı ve asıl cumhur babamızın tarihi görevde olma rekorunu 23 yıllık bir görev süresiyle kırmak üzereydi. Bunda belki sultanlık demekte yakışık alabilirdi ama… Başbakanımız deprem bölgesinde gezerken halkın nefretle dişlerini göstermesine halkın mutluluktan açıkağızlardaki diş görünmesiyle karıştırmış olmalı ki bu zedelerin mutlu göründüklerini düşünerek onlara teşekkür bile etti. Devlet otoritesi ile sivil toplum örgütlerinin bu cansiperane çalışmalarını karşılaştırma fırsatını da bulduk milletçe. Deprem bölgesinde 48 saat devlet görünmedi bile ortalıkta. Halk kendi işini kendi görmek mecburiyetinde kalınca bu kez de kendi içinden çıkardıklarıyla kendi işini görme yöntemlerini öğrendi. Akutlar bu bağlamda dünyaya güzel örnekler sergilediler. Tarih boyunca nefret dolu sözlerle birbirimize olan aşkımızı dile getirdiğimiz suyun öbür tarafındaki Yunan’lı kardeşlerimizin bizim için nasıl göçüklerde çalışırken insanca ağlaya bildiklerine şahit olduk. Oysa sevgili bir bakanımız bu ülke ve Ermenistan’dan gelen yardımları milliyetlerini beğenmedikleri için geri çeviriyorlardı. Ne de olsa Bozkurt’larımızın onuruna dokunur böyle şeyler. Türk milliyetçisinin elin Ermeni’sinin yardımına ihtiyacı mı olurmuş ki. Türk ölse bile onurlu ölmeliydi yabancının yardımıyla göçük altında çıkarılıp, yaşamak yerine. Halk her türlü davranış, söylem ve tutumuyla artık Ankara’da kendilerini kaderlerine teslim edecek kapasitede bir hükümet olmadığını da anladı, bugünlerde. Bundan böyle birilerinin çıkıp, Türkün Türk’ten başka dostu yoktur safsatasına bizi zor inandıracakları da belli oldu. İslam ülkelerinde çatık kaşlı ve kötü adam, Saddam Hüseyin’den başka yardım eden ve geçmiş olsun diyende olmadı. Çok enteresandır ki sanırım onlar da bizim bir milletvekilinin yaptığı gibi her şey kader ve takdir i İlahi’ye ve depremi ise vatani görevini yapan insanların, Gölcük’te yaptıkları aleme bağlayıp 30000 cana mal olan depremi, İsrailli askerlerle içilen içkinin bedeli olarak görmektedirler. Onun için de Müslüman Kardeşler bu işten uzak kaldılar.